27 Ocak 2017 Cuma

Jamie ve Dakota'nın Paris Match Röportajı (Ocak 2017)

- İlk film seks, komedi ve hakimiyet üzerine kuruluydu. Bunda ise Ana, Christian üzerinde gücü ele alıyor.

Dakota: İlk filmin sonunu gördükten sonra Ana'nın ilişkinin kontrolünü ele alamasını çok önemli. Ana'ya göre Christian onunla birlikte olmak istiyor. İlişkileri ilerliyor. Ana, uzlaşmıyor belki ama Christian için bazı fedekarlıklar yapıyor. Tabii Christian'da aynı şekilde.

- İkilinin yaşadığı bir aşk hikayesi mi yoksa ego savaşı mı?

Jamie: Bir aşk hikayesi tabii ki! Aşk, bu film ve kitabın kalbi. Grinin Elli Tonu da bir ego savaşını anlatmıyordu zaten, sadece birbirlerini sevmenin doğru yolunu bulmaya çalışan iki karakterin hikayesini anlatıyordu. Filmlerde bence kitapların hakkını verdik çünkü hikayenin özüne hep sadık kaldık.

- Filmlerde biraz komedi unsuru vardı. Anastasia, filmlerde kitaplarda olduğundan daha komik değil mi?

Dakota: Anastasia güçlü bir karakter.

Jamie: Çünkü onu canlandırırken güçlü kılan, karakterin sağlamlığını ve espri anlayışını ortaya çıkaran kişi sendin.

Dakota: Belki... Ana'yı komik buluyorum zaten, sadece çoğu kişi ona bu açıdan bakmıyordu.

Jamie: Ve Ana'nın bu yönünün ikinci filmde daha da geliştiğini göreceksiniz. (Gülüyor)


- Peki siz karakterlerinizi nasıl görüyorsunuz?

Jamie: Ah bir bilebilsek! Sürekli aramızda bundan bahsediyor ve yönetmenle de bu konu hakkında konuştuk. Ama ben kız kardeşine tavsiyeler verebilecek bir ağabey gibi hissetmiyorum. Sadece bir orta yol bulmaya çalıştık.

- Christian ve Anastasia rolleri sizi cinsel yakınlığa zorladı. Bu filmlerin altından kalkabilmek için gerçek hayatta arkadaş olmak mı gerekiyor?

Dakota: Çok özel bir arkadaşlığımız var. Jamie'nin eşine ve çocuklarına çok yakınım, Jamie gerçekten değer verdiğim biri. Hollywood'da bir sürü gişe filmi yapıldı ama sanırım set dışında gerçek bir arkadaşlık kurmayı başarabilen yegane oyuncular bizleriz. Eğer bunu başaramasaydık, her günü sette geçiren bizler açısından bu iş çok zor olurdu.

- Bu arkadaşlığı set dışında mı geliştirdiniz?

Jamie: Pek sayılmaz. Neredeyse günün 13 saatini sette geçiriyorduk. Yani birbirimizi tanımamız için yeterince vaktimiz vardı! (Gülüyor) Bu durum aramızda bir bağ yarattı ve bir sürü anıyla ayrıldık. Çoğu insan bunun sadece bir film olduğunu düşünebilir ama bizim için aramızdaki dostluk kolayca oluşan bir şeydi. Rollerimize bakış açımız aynıydı, beraber gülebiliyorduk, özellikle de yakın sahnelerimizin ardından... Şu anda çok yakınız. Başarıların üstesinden beraber geldik tıpkı zor zamanların üstesinden beraber geldiğimiz gibi.

- Terör saldırısı gerçekleştiği sırada siz de Nice'de çekim yapıyordunuz.

Jamie: Ben ailemle birlikte oradaydım, teknik ekip de Monaco'da kalıyordu. Terör saldırısı yaşandığı saatlerde uykudaydık, küçük çocuklarım olduğu için erken yatağa gitmiştik. Gece boyunca bir sürü telefon aldım herkes iyi olup olmadığımızı merak ediyordu.

Dakota: Olay olduğunda hala uyanıktım. Uyumadım ve herkesin iyi olduğundan emin olmak istedim. Haberler çok yavaş geliyordu. Çok zor bir geceydi. Kalıp Fransa'ya yardımcı olmak istedik. İnsanları şoka sokup oraya sadece işini yapmaya giden Hollywood sakinleri gibi görünmek istemedim. Genç bir Amerikalı olarak terörle yolum hiç kesişmedi. Saatlerce TV izleyip, gazetelerden haberleri okudum.

- Ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi nasıl karakterlerinizi canlandırabildiniz?

Dakota: Ama bir şeyler olmuştu. Ekipteki Fransız arkadaşlara çekimleri durdurabileceğimizi söyledik, saygıdan ötürü. Ama onlar bizden devam etmemizi söylediler, terörün oyununa alet olmamızı istemediler.

- Kariyerinizin devamını nasıl hayal ediyorsunuz? Hep aynı karakterlerle anılmak gibi bir durumunuz da var...

Dakota: Kişisel olarak umurumda bile değil ve daima Anastasia olarak görüleceğime de inanmıyorum açıkçası.

Jamie: Ben de aynen öyle düşünüyorum, bu karakterden sıyrılabileceğime inanıyorum. Benden önce bir sürü aktör belirli bir rolle bütünleşip ardından başka işler yaptı. Asıl sorun karakterleri yeterince güçlü canlandırıp canlandıramadığımız olmalı bence. Hollywood'un asıl zorluğu şu; sürekli çalışmak ve herkesin izlemek isteyebileceği iyi projeler bulmak.

- Jamie, şaşırtıcı roller seçiyorsun. Fransız yönetmen Alexandre Aja'nın The 9th Life of Louis Drax'ında rol aldın mesela. Oldukça küçük bir proje...

Jamie: Hollywood'un gişe filmlerinden oldukça farklı, evet. Bütçesi küçük ama kalite aynı. Etkileyici filmler ve büyük yapımlar arasında bir denge kurmaya çalışıyorum. Ve tekrar bir TV projesinde yer almak istiyorum çünkü dizilerde elinizde bir filme oranla, senaryo açısından, daha fazla malzeme oluyor. Ama yine de şu anda sahip olduğum seçim özgürlüğüne Christian Grey sayesinde kavuştuğumu göz ardı edemem.

Dakota: Grinin Elli Tonu ikimiz için de [kendimizi göstermek adına] gerçek bir platformdu. Bu seri bizim [daha fazla kişi] tarafından izlenmemizi sağladı. Sizin de dediğiniz gibi hep aynı rolleri canlandırmak yerine bize farklı kapılar açtı.

- Fakat şu anda özel hayatınızda, attığınız her adımda paparazziler tarafından takip ediliyorsunuz. Yani her şeyin bir bedeli var değil mi?

Jamie: Onları umursamıyorum, yoklarmış gibi davranıyorum. Hiçbir zaman diğer insanların hayatını irdelemeyen biri olmadım, bu yüzden çok normal bir hayat yaşıyorum. Mesela Paris'te Opera Garnier'da çekim yaptığımız sırada, insanlar orada toplanmaya başladığında, o anı yaşamaya çalıştım. Ertesi gün ise başka bir anı yaşıyordum. Hayatım Paris'te film çekmek üzerine kurulu değil sonuçta, sadece yılın birkaç gününden ibaret...  yine de bu durum oldukça az rastlanan bir şey.

Dakota: Ben de mümkün olduğunca normal bir hayat yaşamaya gayret ediyorum. Evet, evebeynlerim ünlü oyuncular ama arkadaşlarımın çoğu bu sektörden değil. Evet, bir film galasına gittiğimde giydiklerime dikkat ediyor olabilirim ama normal yaşamımda alışverişe gittiğimde hiçbir şeyi umursamam! (Gülüyor)

Jamie: [Ün ve getilerine] Ne kadar çok kafa yorarsanız o kadar çabuk aklınızı kaçırırsınız. En iyisi kafa yormamaya çalışıp normal bir hayat sürmek.

Dakota: Her gün nasıl davranacağın ve nasıl konuşacağın hakkında düşünmek çok sıkıcı olurdu zaten.

- Yani ünlü olmak ve herkesçe tanınmak sizin için sorun değil?

Jamie: Sorun değil. Belki de biz [eşim ve ben] diğer insanlara oranla bununla daha iyi başedebiliyoruzdur. Sadece birkaç kişinin Bay Grey'e ilgi duyabileceği kırsal bir kasabada yaşıyoruz. Haftanın beş gününü, New York'ta bir gece kulübünde geçirseydim o zaman tüm dikkatleri üzerime çekmiş olurdum. Bu gibi şeyler 20'li yaşlarımdayken eğlenceliydi, 34'ümde değil.

- Jamie, İngiltere'de eskiden bir rock grubundaydın. Grubun başarısızlığı mı seni film sektörüne yöneltti?

Jamie: (Gülüyor) Geleceği düşünülmeden 17 yaşındayken arkadaşlar arasında kurduğumuz bir gruptu. Çevremizdeki herkes bizim iyi bir çıkış yapmamızı bekliyordu ama o , zaten sona ereceği belli olan bir maceraydı.

Dakota: Seni bir rock grubunda hayal etmekte zorlanıyorum nedense... (Gülüyor)

- Bazı kritikler Grinin Elli Tonu'nun Sindirella ve Mavi En Sıcak Renktir'in bir harmanı olduğunu söyledi. Buna katılıyor musunuz?

Dakota: Ah, bu fikri sevdim. Ama böyle düşünüp söyleyen kaç kritik vardı? Neyse, bu beni oldukça sevindiren bir yorum oldu. Hoşuma gitti!

Jamie: Bahsi geçen filmleri sevmiştim, yani bence de sorun yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder